Elazığ Hakkında Az Bilinen Gerçekler!
Şimdiye kadar Elazığ hakkında az bilenen ve merak edilen detayları Elazığ Günışığı Haber olarak sizler için derledik. İşte tüm detaylar
Elazığ, Doğu Anadolu bölgesi içerisinde, Yukarı Fırat havzası bölümünde yer alan bir ilimizdir.
Deniz seviyesinden yüksekliği 1067 metredir. Elazığ, Tarihi Harput şehrinin, yerleşime elverişli olmayışı, tabiat şartlarının zorluğu nedeniyle, 1834 yılında, Reşid Mehmet Paşa tarafından bugünkü yerinde kurulmuştur.
Elazığ’ın tarihi yeni olmakla beraber bölgenin tarihi oldukça eskidir. Bu nedenle Elazığ tarihini onun menşei sayabileceğimiz Harput’un tarihi ile ele almamız gerekir. Şehrin çekirdeğini oluşturan etrafı derin uçurumlarla çevrili Harput Kalesi’nin (İç kale) ilk defa milattan önce II.bin yılında yapıldığı tahmin edilmektedir. Sonraki dönemlerde kalenin eteklerinde yerleşme başlamış, daha sonra da meydana gelen şehrin etrafı tekrar surlarla çevrilmiştir. Ancak parlak bir tarihi geçmişe sahip olan Harput, bugün neredeyse terk edilmiş bir şehir görünümündedir. Harput adının kaynağı tartışmalıdır. Amasyalı Strabon’un bahsettiği Sophene bölgesindeki Karkathiokerta’nın Harput olduğu, hatta isminin de buna dayandığı ileri sürülmüştür. Ayrıca IV. Yüzyılda İranlılar tarafından ele geçirildiğinde buradan Ziata Castellum şeklinde söz edildiği, bununda Arapça’ya Hısnıziyad şeklinde geçtiği bilinmektedir.
Çivi yazılı Asur tabletlerinde rastlanan Karpata ile buranın kastedildiği de düşünülmüştür.
Bizans kaynaklarında Kharpote ve Frank tarihçilerin eserlerinde Quartapiert şeklinde geçmektedir. Evliya Çelebi ise, Al-i Osman defterhanesinde “Hasan Ziyad ülkesi” diye yazılı olduğunu kaydeder. Osmanlı devrine ait diğer kaynaklarda ve belgelerde Hartabird, daha yaygın olarak da Harpurt veya Harpurd imlasıyla görülür.
Ancak XIX. Yüzyıldan itibaren resmi yazışmalarda halk arasındaki Harput telaffuzu benimsenmiştir. Harput ve yöresi, Anadolu’nun en eski yerleşme birimlerinden biridir. Yerleşme, tarih öncesi dönemlere kadar uzanır. Nitekim ilin Fırat ırmağının çizdiği büyük yay içinde, sulak ve verimli bir ova üzerinde bulunması, doğal kaya sığınakları, kara ve su hayvanlarının bolluğu nedeniyle yöre, Paleolotik (Yontma Taş Devri M.Ö. 10.000) Dönemden beri, yerleşme alanıdır. Yörede yapılan arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarda; Paleolotik dönemle ilgili olarak, Keban ilçesi yakınındaki Enerli, Acuzlu Köyü Karapınar Mevkii, Ağın yöresinde Pağnik (Kaşpınar), Çıldırın Höyükleri ve Yeniyapan (Hastek) Köyü yakınında Gedikler Mevkii (Küllününini)’nde; taştan ve obsideyn (doğal cam)’den yapılmış çeşitli kazıyıcılar ve aletler tespit edilmiştir. Ayrıca söz konusu araştırmalarda, Paleolitik Çağı izleyen kültürler hakkında da bir çok bilgi elde edilmiştir. Nitekim Altınova bölgesinde Tepecikte ve Kovancılar ilçesi yakınlarında Çınaz Höyük gibi, tarihi yerleşim alanlarında, ilk yerleşik hayatın başladığı dönem olan, Neolitik (Cilalı Taş Devri M.Ö. 7.000) dönem kalıntılarına rastlanmıştır. Yine Altınova bölgesinde: Körtepe, Korucutepe, Tepecik, Tülintepe, Norşuntepe; Ağın yöresinde: Kalaycık, Han İbrahim Şah; Baskil yöresinde: Kamikli, Gemibaşı Maltepe, Habibuşağı, Üyücektepe, İmikuşağı, Şemsiyetepe gibi tarihi yerleşim alanlarda da Kalkolitik (Taş-Maden Devri M.Ö 5.000) dönem ile ilgili yerleşmelerin bulunduğu tespit edilmiştir.
M.Ö 3.000 yılına tarihlenen ilk Tunç Çağı dönemi ile ilgili olarak, Altınova bölgesinde Norşuntepe, Tepecik ve Korucutepe höyüklerinde kültür katlarının varlığı ortaya çıkartılmıştır. İlk Tunç Çağı’nın en karakteristik seramiği “Karaz” adı verilen seramiktir. Bu seramiğin yayılışı bir kavimler hareketiyle ilgili olup, M.Ö. IV. ve III. Binde atı savaş arabalarında kullanmakla meşhur olan, Hurriler’in bu bölgede yerleşmiş olabileceklerini akla getirmektedir. Ayrıca yörede M.Ö. 1700-1500 tarihleri arasına tarihlenen Asur Ticaret Kolonileri Dönemi ile ilgili buluntular Baskil yöresinde İmikuşağı kazı merkezinde ortaya çıkarılmıştır. Elazığ ve yöresinin yazılı tarihine gelince, bunun Hitit tabletlerindeki bilgilerle aydınlatıldığı görülmektedir. M.Ö. 2000’lerde yörenin İşuva adıyla anıldığı belirlenmiştir. İşuva, M.Ö. 1375-1335 I. Şuppiluliuma döneminde Hitit egemenliği altına girmişti. Bu tarihi bilgilerin yanı sıra, Elazığ yöresinde yapılan arkeolojik kazı çalışmalarında, Hititlerin yöredeki egemenliği bir kez daha ispatlanmış, daha önceleri, Hitit ülkesi sınırının doğuda Fırat Irmağında son bulduğu tezi çürütülmüştür. M.Ö. 12-7 yüzyıllar arasında yöreye, kökenleri Hurriler’e dayanan ve merkezi Van (Tuşpa) olan Urartu Devleti hakim olmuştur. Yörede Urartu dönemi ile ilgili olarak, Harput Kalesi başta olmak üzere, Altınova’da Norşuntepe’de ortaya çıkarılan Urartu yerleşmesi, Palu Kalesi, Karakoçan (Bağın), ve İzoli (Kuşsarayı)’ndaki çivi yazılı kitabeler yöredeki Urartu hakimiyetini açıkça ortaya koymuştur. M.Ö. 7. Yüzyılda Asur ve İskit akınları sonrasında Urartu devleti zayıflamış, Harput başta olmak üzere tüm yöre Med egemenliği altına girmiştir. Ama bu hakimiyet uzun sürmemiş, M.Ö 6. Yüzyılın sonunda Medler’de Pers hakimiyeti altına girmiştir. M.Ö. 334’de Pers İmparatorluğunun tarihe karışmasıyla, yöre Hellenistik dönemi yaşamış olup, bu dönemde Harput’un Sofen Krallığı olarak adlandırıldığı görülmüştür. M.Ö. 66 yılına kadar yöre Romalıların hakimiyetinde kalmış, yöreye M.Ö. 53 yılında Partlar gelmişlerse de, 272-309 yıllarına kadar Roma hakimiyeti devam etmiştir. 395’te Büyük Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesinden sonra Yöre Sasani ve Bizans mücadelelerine sahne olmuştur. 562 yılında yapılan barış ile Fırat ırmağı sınır kabul edilmiş, Fırat’ın batısı Bizans’ta, doğusu Harput ve çevresi Sasaniler’de kalmıştır. Bizanslıların Ziata Castellum, Arapların Hısn-ı Ziyad adı verdikleri Harput 6.yüzyıla kadar Bizans ile Sasani egemenliği arasında sık sık el değiştirmişse de çoğunlukla Bizans egemenliğin de kaldığı görülmüştür. Hazreti Ömer döneminde (634-644) yöreye İslam ordularının önderliğini yapan Arap akınları başlamıştır. Önceleri Romalılar ile Partlar sonra da Bizanslılar ile Sasaniler arasındaki savaşlarda sınır durumunda olan Elazığ ve yöresi, 7. Yüzyılın ortalarından başlayarak, bu kez de Bizans ile Araplar arasındaki savaşlara sahne olmuştur.
Araplar, Erzurum’dan Malatya’ya ve buradan da Tarsus’a kadar uzanan bir hat boyunca asker yerleştirerek, üsler meydana getirmişlerdir.
Harput da bu dönemde söz konusu üslerden birisi olmuştur. İslam orduları bu üslere yerleşerek buralardan Bizans üzerine akınlar yapmışlardır. Yörede türbesi bulunan Ankuzu Babayı bu dönemin mücahitleri arasında göstermek mümkündür. Harput’un Bizanslıların hakimiyetine ikinci defa geçişi 10.yüzyılda olmuştur. Bizans’ın İslam alemine karşı giriştiği seferlerde Harput ve yöresi daima ilk hedefler arasında olmuştur. Nitekim bu dönemde, Bizanslılar Harput’u ele geçirmişler ve burada bir vilayet teşkilatı kurarak kaleleri tahkim etmişlerdir. Harput’ta Bizans hakimiyeti aşağı yukarı 11.yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. Harput’un Türklerin Eline Geçişi Büyük Selçuklu hakimiyetinin Anadolu’ya kayması ile Harput’un Türk yurdu olmasında en önemli savaşın Malazgirt Meydan Muharebesi olduğuna şüphe yoktur Nitekim Harput ve çevresi 26 Ağustos 1071 Malazgirt muharebesinden sonra Türklerin eline geçmiş olup yörede Büyük Selçuklu Devletine bağlı olarak Çubuk beyin idaresinde, Çubukoğulları Beyliği kurulmuştur (1085). Harput’un Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan bu yer Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir. Çubukoğulları Beyliğinin ömrü uzun sürmemiş 1110 yılında Artuklu Belek B. Behram Harput ve yöresini ele geçirerek Artukoğulları dönemini başlatmıştır. Belek Gazi, Haçlı seferlerine karşı büyük mücadeleler vermiştir. Belek Gazinin 1124 yılında ölümünden sonra Harput, Hısnıkeyfa Artuklu hükümdarı Davud’un eline geçmiştir. Bir müddet sonra Davud’un kardeşi İmadeddin Ebu Bekir tarafından Harput’ta Harput Artukluları diye bilinen bağımsız bir beylik kurulmuştur. Ondan sonra gelen Hızır ve Nureddin Artuk Bey, Eyyubilere tabi olmuşlardır. Artuklu hakimiyeti 1234 yılına kadar sürmüştür. Artuklu hükümdarlarından, Fahreddin Karaaslan’ın Harput tarihinde unutulmaz yeri ve eserleri vardır. Nitekim Fahreddin Karaaslan 1148-1174 yılları arasında Harput’ta hüküm sürmüş ve burada bulunan ulu camiyi yaptırmıştır. Geçici bir süre Harizm sultanı tarafından zaptedilen Harput, 1230 yılında Moğolların eline geçmiştir. 1234 yılında Artuk hanedanına, Alaaddin Keykubad I. tarafından son verilmiş, 1234 yılından itibaren Türkiye Selçuklu Devleti’nin hakimiyeti altına girmiştir. Türkiye Selçukluları devrinde Harput, bir subaşı tarafından idare edilmiş, bu devirde “Arap Baba” Türbe ve Mescidi hariç önemli bir eser günümüze kadar gelmemiştir. Kösedağ savaşından bir süre sonra da İlhanlılar tarafından zaptedilmiştir. 14.yüzyıl ortalarında bir süre Harput, Eratnalılar ile Dulkadiroğluları arasında mücadele konusu olmuştur. 1366 yılında Dulkadirli Halil Bey tarafından şehir ele geçirilmiştir. Dulkadirli, Kadı Burhaneddin, Karakoyunlu ve Akkoyunlu Devletleri arasında sık sık el değiştirdikten sonra şehir, 1465 yılında Akkoyunlu Uzun Hasan tarafından zaptedilmiş ve kırk yıl kadar Akkoyunlular’ın idaresinde kalmıştır. Bu dönemden günümüze kadar gelen en önemli eser olarak Sare (Saray) Hatun camiidir. 1507 yılında Safevilerin eline geçen Harput, 1515 yılında Çaldıran zaferinden sonra Osmanlı hakimiyetine girdi (1516). Arkasından şehir, aynı adla kurularak Diyarbekir eyaletine bağlanan sancak merkezi ve sancağın ilk tahriri 1518 Eylülünde tamamlandı. Bu tahrire göre Harput on üç mahalleden meydana geliyordu ve bunların dokuzunda Müslüman, dördünde gayri Müslim halk oturuyordu. 1523’te Müslümanların mahalle sayısı on dörde çıkarken gayri Müslimlerin değişmedi.1566’da biri hariç 1523’teki mahalleler aynı kaldı. Şehrin girişinden başlayarak kalenin önüne kadar inen caddenin iki yanında yer alan Müslüman mahallelerinden en kalabalık olanları 1523-1566 tahrirlerine göre Molla Seyyd Ahmed, Cami-i Kebir, Arslaniye Mescidi ve Müderris Mescidi idi. Nispeten yoğun bir yerleşmenin görüldüğü gayri Müslim mahallelerinin en kalabalıkları ise şehrin Elazığ’a bakan batı tarafındaki Gürcü Bey ile doğu yamaçlarındaki Norsis mahalleleriydi. Şehrin 1518’de, 6.000 olan nüfusu giderek artmış ve bu rakam 1523’te 8.300’ü, 1566’da 13.400’ü geçmişti. 1516-1566 yıllarında toplam nüfusun %54-62’sini Müslümanlar, %38-46’sını gayri Müslimler teşkil etmekteydi. Harput’un nüfusu 17. Yüzyıla kadar sürekli arttığı görüldü. Bu asırda Celali isyanları sırasında tahribata uğraması, mesela 1605’te Tavil Mehmed’in kendisini burada kuşatan Karakaş Ahmed Paşanın kuvvetlerine karşı koruyabilmek için bir kısım evleri yıktırıp taş ve kerestelerini harap haldeki surların tamirinde kullanması ve ağırlaşan vergiler gibi sebepler yüzünden nüfus, azalmaya başladı. 17.yüzyılın başlarında buraya uğrayan Polonyalı Simeon şehirde sadece 100 hane kadar Ermeni olduğunu kaydeder. Yine bu yüzyılın ortalarına ait bir avarız tahrir defterine göre şehirde nüfusun 4-5000 dolayına düştüğü anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi ise hisar içinde 1000 kadar toprak örtülü ev ile eski bir caminin bulunduğunu ve dış surların harap durumda olduğunu belirtmektedir. XIX. Yüzyılda şehrin önemi biraz daha arttı ve nüfusu fazlalaştı; burayı ziyaret eden batılı seyyahlar yüzyılın ikinci yarısında nüfusun 25.000’i aştığını belirtirler. V. Cuinet, XIX. Yüzyılın sonlarına doğru Harput’ta 12.600 Müslüman, 4850 Gregoryen, 1845 Protestan, 252 Katolik ve 453 Ortodoks’un yaşadığını: Şemseddin Sami ise 2670 ev, 843 dükkan, on cami, on medrese, sekiz kütüphane, sekiz kilise, on iki han ve doksan hamamın olduğunu kaydeder. Osmanlı hakimiyeti döneminde Harput, Basra ve Bağdat’tan Diyarbekir’e gelip Malatya ve Sivas istikametinde devam eden ticaret yolunun üzerinde bulunuyordu. Bu yol aynı zamanda askeri amaçlarla da kullanılıyor, ayrıca bir yol da Bingöl ve Muş üzerinden Van’a ulaşıyordu.
Bu kervan yolları Harput için önemli gelir kaynağı durumundaydı. 16. ve 17. Yüzyıllarda gelip geçen ticaret mallarından alınan vergiler mühim bir meblağ teşkil ediyordu. Harput aynı zamanda çevresinin sanayi merkezi durumunda idi. Dericilik, demircilik ve bakırcılık çok gelişmişti. Sadece çeşitli kumaşların renklendirilip desen verildiği boyahanenin geliri 1518’de 44.000, 1523’te 62.000, 1566’da 122.000 akçe idi. 17.yüzyıl ortalarında Evliya Çelebi Harput’ta 600’den fazla dükkan bulunduğunu kaydetmektedir. Yerleşmeye elverişli olmayışı, tabiat şartlarının zorluğu, iaşe teminindeki güçlük Harput’un daha fazla gelişmesini önlemiştir. 1834’de doğu eyaletlerini ıslah etmek üzere görevlendirilen Reşid Mehmed Paşa Ovada yer alan Agavat Mezrası’nı merkez haline getirince, daha sonra teşkil edilen Mamuretülaziz (Elazığ) vilayetinin merkezi, Harput’tan buraya taşınmış aynı yıl hastane, kışla ve cephane binaları yapılmış vilayet merkezi, Harput’tan buraya nakledilmiştir. Bu nakilde, Harput’un stratejik açıdan önemini kaybetmesi önemli rol oynamıştır. 19.yüzyılın ikinci yarısında ve 20.yüzyılın başlarında Ermeniler arasında Protestanlığı yaymaya çalışan Amerikan Misyonerleri buraya yerleşmişler ve 1876’da bir de kolej açmışlardır. I. Dünya Savaşı sırasında şehrin ermeni nüfusu başka yerlere nakledilirken Müslümanların bir çoğu aşağıdaki Mamuretulaziz’e göçmüş, böylece Harput bir harabe şehir haline dönüşmüştür. Sultan Abdulaziz’in tahta çıkışının 5.yılında Hacı Ahmed İzzet Paşa devrinde buraya tayin edilen, Vali İsmail Paşanın teklifi ile 1867 yılında “Mamurat al-aziz” adı verilmiştir. Fakat telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca “Elaziz” olarak söylene gelmiştir. Yeni Kurulan şehir önceleri eyalet ve bilahare vilayet merkezi olmuş, bir ara Diyarbakır vilayetine bağlı bir sancak haline gelmiştir. 1875’te müstakil mutasarrıflık, 1879’da da tekrar vilayet olmuştur. Osmanlı Devleti’nin son yıllarında Malatya ve Dersim Sancakları da buraya bağlanmış, 1921’de bu iki sancak Elazığ’dan ayrılmıştır. Atatürk’ün 1937 yılında şehre teşrifleri sırasında “azık” ili anlamına gelen “Elazığ” adı verilmiştir.Elazığ, Doğu Anadolu bölgesi içerisinde, Yukarı Fırat havzası bölümünde yer alan bir ilimizdir. Deniz seviyesinden yüksekliği 1067 metredir.
Elazığ, Tarihi Harput şehrinin, yerleşime elverişli olmayışı, tabiat şartlarının zorluğu nedeniyle, 1834 yılında, Reşid Mehmet Paşa tarafından bugünkü yerinde kurulmuştur. Elazığ’ın tarihi yeni olmakla beraber bölgenin tarihi oldukça eskidir. Bu nedenle Elazığ tarihini onun menşei sayabileceğimiz Harput’un tarihi ile ele almamız gerekir.
Şehrin çekirdeğini oluşturan etrafı derin uçurumlarla çevrili Harput Kalesi’nin (İç kale) ilk defa milattan önce II.bin yılında yapıldığı tahmin edilmektedir. Sonraki dönemlerde kalenin eteklerinde yerleşme başlamış, daha sonra da meydana gelen şehrin etrafı tekrar surlarla çevrilmiştir. Ancak parlak bir tarihi geçmişe sahip olan Harput, bugün neredeyse terk edilmiş bir şehir görünümündedir. Harput adının kaynağı tartışmalıdır.
Amasyalı Strabon’un bahsettiği Sophene bölgesindeki Karkathiokerta’nın Harput olduğu, hatta isminin de buna dayandığı ileri sürülmüştür. Ayrıca IV. Yüzyılda İranlılar tarafından ele geçirildiğinde buradan Ziata Castellum şeklinde söz edildiği, bununda Arapça’ya Hısnıziyad şeklinde geçtiği bilinmektedir. Çivi yazılı Asur tabletlerinde rastlanan Karpata ile buranın kastedildiği de düşünülmüştür. Bizans kaynaklarında Kharpote ve Frank tarihçilerin eserlerinde Quartapiert şeklinde geçmektedir. Evliya Çelebi ise, Al-i Osman defterhanesinde “Hasan Ziyad ülkesi” diye yazılı olduğunu kaydeder. Osmanlı devrine ait diğer kaynaklarda ve belgelerde Hartabird, daha yaygın olarak da Harpurt veya Harpurd imlasıyla görülür. Ancak XIX. Yüzyıldan itibaren resmi yazışmalarda halk arasındaki Harput telaffuzu benimsenmiştir.
Harput ve yöresi, Anadolu’nun en eski yerleşme birimlerinden biridir. Yerleşme, tarih öncesi dönemlere kadar uzanır. Nitekim ilin Fırat ırmağının çizdiği büyük yay içinde, sulak ve verimli bir ova üzerinde bulunması, doğal kaya sığınakları, kara ve su hayvanlarının bolluğu nedeniyle yöre, Paleolotik (Yontma Taş Devri M.Ö. 10.000) Dönemden beri, yerleşme alanıdır. Yörede yapılan arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarda; Paleolotik dönemle ilgili olarak, Keban ilçesi yakınındaki Enerli, Acuzlu Köyü Karapınar Mevkii, Ağın yöresinde Pağnik (Kaşpınar), Çıldırın Höyükleri ve Yeniyapan (Hastek) Köyü yakınında Gedikler Mevkii (Küllününini)’nde; taştan ve obsideyn (doğal cam)’den yapılmış çeşitli kazıyıcılar ve aletler tespit edilmiştir. Ayrıca söz konusu araştırmalarda, Paleolitik Çağı izleyen kültürler hakkında da bir çok bilgi elde edilmiştir. Nitekim Altınova bölgesinde Tepecikte ve Kovancılar ilçesi yakınlarında Çınaz Höyük gibi, tarihi yerleşim alanlarında, ilk yerleşik hayatın başladığı dönem olan, Neolitik (Cilalı Taş Devri M.Ö. 7.000) dönem kalıntılarına rastlanmıştır. Yine Altınova bölgesinde: Körtepe, Korucutepe, Tepecik, Tülintepe, Norşuntepe; Ağın yöresinde: Kalaycık, Han İbrahim Şah; Baskil yöresinde: Kamikli, Gemibaşı Maltepe, Habibuşağı, Üyücektepe, İmikuşağı, Şemsiyetepe gibi tarihi yerleşim alanlarda da Kalkolitik (Taş-Maden Devri M.Ö 5.000) dönem ile ilgili yerleşmelerin bulunduğu tespit edilmiştir. M.Ö 3.000 yılına tarihlenen ilk Tunç Çağı dönemi ile ilgili olarak, Altınova bölgesinde Norşuntepe, Tepecik ve Korucutepe höyüklerinde kültür katlarının varlığı ortaya çıkartılmıştır. İlk Tunç Çağı’nın en karakteristik seramiği “Karaz” adı verilen seramiktir. Bu seramiğin yayılışı bir kavimler hareketiyle ilgili olup, M.Ö. IV. ve III. Binde atı savaş arabalarında kullanmakla meşhur olan, Hurriler’in bu bölgede yerleşmiş olabileceklerini akla getirmektedir. Ayrıca yörede M.Ö. 1700-1500 tarihleri arasına tarihlenen Asur Ticaret Kolonileri Dönemi ile ilgili buluntular Baskil yöresinde İmikuşağı kazı merkezinde ortaya çıkarılmıştır. Elazığ ve yöresinin yazılı tarihine gelince, bunun Hitit tabletlerindeki bilgilerle aydınlatıldığı görülmektedir. M.Ö. 2000’lerde yörenin İşuva adıyla anıldığı belirlenmiştir. İşuva, M.Ö. 1375-1335 I. Şuppiluliuma döneminde Hitit egemenliği altına girmişti. Bu tarihi bilgilerin yanı sıra, Elazığ yöresinde yapılan arkeolojik kazı çalışmalarında, Hititlerin yöredeki egemenliği bir kez daha ispatlanmış, daha önceleri, Hitit ülkesi sınırının doğuda Fırat Irmağında son bulduğu tezi çürütülmüştür. M.Ö. 12-7 yüzyıllar arasında yöreye, kökenleri Hurriler’e dayanan ve merkezi Van (Tuşpa) olan Urartu Devleti hakim olmuştur. Yörede Urartu dönemi ile ilgili olarak, Harput Kalesi başta olmak üzere, Altınova’da Norşuntepe’de ortaya çıkarılan Urartu yerleşmesi, Palu Kalesi, Karakoçan (Bağın), ve İzoli (Kuşsarayı)’ndaki çivi yazılı kitabeler yöredeki Urartu hakimiyetini açıkça ortaya koymuştur. M.Ö. 7. Yüzyılda Asur ve İskit akınları sonrasında Urartu devleti zayıflamış, Harput başta olmak üzere tüm yöre Med egemenliği altına girmiştir.
Ama bu hakimiyet uzun sürmemiş, M.Ö 6. Yüzyılın sonunda Medler’de Pers hakimiyeti altına girmiştir. M.Ö. 334’de Pers İmparatorluğunun tarihe karışmasıyla, yöre Hellenistik dönemi yaşamış olup, bu dönemde Harput’un Sofen Krallığı olarak adlandırıldığı görülmüştür. M.Ö. 66 yılına kadar yöre Romalıların hakimiyetinde kalmış, yöreye M.Ö. 53 yılında Partlar gelmişlerse de, 272-309 yıllarına kadar Roma hakimiyeti devam etmiştir. 395’te Büyük Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesinden sonra Yöre Sasani ve Bizans mücadelelerine sahne olmuştur. 562 yılında yapılan barış ile Fırat ırmağı sınır kabul edilmiş, Fırat’ın batısı Bizans’ta, doğusu Harput ve çevresi Sasaniler’de kalmıştır. Bizanslıların Ziata Castellum, Arapların Hısn-ı Ziyad adı verdikleri Harput 6.yüzyıla kadar Bizans ile Sasani egemenliği arasında sık sık el değiştirmişse de çoğunlukla Bizans egemenliğin de kaldığı görülmüştür. Hazreti Ömer döneminde (634-644) yöreye İslam ordularının önderliğini yapan Arap akınları başlamıştır. Önceleri Romalılar ile Partlar sonra da Bizanslılar ile Sasaniler arasındaki savaşlarda sınır durumunda olan Elazığ ve yöresi, 7. Yüzyılın ortalarından başlayarak, bu kez de Bizans ile Araplar arasındaki savaşlara sahne olmuştur. Araplar, Erzurum’dan Malatya’ya ve buradan da Tarsus’a kadar uzanan bir hat boyunca asker yerleştirerek, üsler meydana getirmişlerdir. Harput da bu dönemde söz konusu üslerden birisi olmuştur. İslam orduları bu üslere yerleşerek buralardan Bizans üzerine akınlar yapmışlardır. Yörede türbesi bulunan Ankuzu Babayı bu dönemin mücahitleri arasında göstermek mümkündür. Harput’un Bizanslıların hakimiyetine ikinci defa geçişi 10.yüzyılda olmuştur. Bizans’ın İslam alemine karşı giriştiği seferlerde Harput ve yöresi daima ilk hedefler arasında olmuştur. Nitekim bu dönemde, Bizanslılar Harput’u ele geçirmişler ve burada bir vilayet teşkilatı kurarak kaleleri tahkim etmişlerdir. Harput’ta Bizans hakimiyeti aşağı yukarı 11.yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. Harput’un Türklerin Eline Geçişi Büyük Selçuklu hakimiyetinin Anadolu’ya kayması ile Harput’un Türk yurdu olmasında en önemli savaşın Malazgirt Meydan Muharebesi olduğuna şüphe yoktur Nitekim Harput ve çevresi 26 Ağustos 1071 Malazgirt muharebesinden sonra Türklerin eline geçmiş olup yörede Büyük Selçuklu Devletine bağlı olarak Çubuk beyin idaresinde, Çubukoğulları Beyliği kurulmuştur (1085). Harput’un Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan bu yer Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir. Çubukoğulları Beyliğinin ömrü uzun sürmemiş 1110 yılında Artuklu Belek B. Behram Harput ve yöresini ele geçirerek Artukoğulları dönemini başlatmıştır. Belek Gazi, Haçlı seferlerine karşı büyük mücadeleler vermiştir. Belek Gazinin 1124 yılında ölümünden sonra Harput, Hısnıkeyfa Artuklu hükümdarı Davud’un eline geçmiştir. Bir müddet sonra Davud’un kardeşi İmadeddin Ebu Bekir tarafından Harput’ta Harput Artukluları diye bilinen bağımsız bir beylik kurulmuştur. Ondan sonra gelen Hızır ve Nureddin Artuk Bey, Eyyubilere tabi olmuşlardır. Artuklu hakimiyeti 1234 yılına kadar sürmüştür. Artuklu hükümdarlarından, Fahreddin Karaaslan’ın Harput tarihinde unutulmaz yeri ve eserleri vardır. Nitekim Fahreddin Karaaslan 1148-1174 yılları arasında Harput’ta hüküm sürmüş ve burada bulunan ulu camiyi yaptırmıştır. Geçici bir süre Harizm sultanı tarafından zaptedilen Harput, 1230 yılında Moğolların eline geçmiştir. 1234 yılında Artuk hanedanına, Alaaddin Keykubad I. tarafından son verilmiş, 1234 yılından itibaren Türkiye Selçuklu Devleti’nin hakimiyeti altına girmiştir. Türkiye Selçukluları devrinde Harput, bir subaşı tarafından idare edilmiş, bu devirde “Arap Baba” Türbe ve Mescidi hariç önemli bir eser günümüze kadar gelmemiştir. Kösedağ savaşından bir süre sonra da İlhanlılar tarafından zaptedilmiştir.
14.yüzyıl ortalarında bir süre Harput, Eratnalılar ile Dulkadiroğluları arasında mücadele konusu olmuştur. 1366 yılında Dulkadirli Halil Bey tarafından şehir ele geçirilmiştir. Dulkadirli, Kadı Burhaneddin, Karakoyunlu ve Akkoyunlu Devletleri arasında sık sık el değiştirdikten sonra şehir, 1465 yılında Akkoyunlu Uzun Hasan tarafından zaptedilmiş ve kırk yıl kadar Akkoyunlular’ın idaresinde kalmıştır. Bu dönemden günümüze kadar gelen en önemli eser olarak Sare (Saray) Hatun camiidir. 1507 yılında Safevilerin eline geçen Harput, 1515 yılında Çaldıran zaferinden sonra Osmanlı hakimiyetine girdi (1516). Arkasından şehir, aynı adla kurularak Diyarbekir eyaletine bağlanan sancak merkezi ve sancağın ilk tahriri 1518 Eylülünde tamamlandı. Bu tahrire göre Harput on üç mahalleden meydana geliyordu ve bunların dokuzunda Müslüman, dördünde gayri Müslim halk oturuyordu. 1523’te Müslümanların mahalle sayısı on dörde çıkarken gayri Müslimlerin değişmedi.1566’da biri hariç 1523’teki mahalleler aynı kaldı. Şehrin girişinden başlayarak kalenin önüne kadar inen caddenin iki yanında yer alan Müslüman mahallelerinden en kalabalık olanları 1523-1566 tahrirlerine göre Molla Seyyd Ahmed, Cami-i Kebir, Arslaniye Mescidi ve Müderris Mescidi idi. Nispeten yoğun bir yerleşmenin görüldüğü gayri Müslim mahallelerinin en kalabalıkları ise şehrin Elazığ’a bakan batı tarafındaki Gürcü Bey ile doğu yamaçlarındaki Norsis mahalleleriydi. Şehrin 1518’de, 6.000 olan nüfusu giderek artmış ve bu rakam 1523’te 8.300’ü, 1566’da 13.400’ü geçmişti. 1516-1566 yıllarında toplam nüfusun %54-62’sini Müslümanlar, %38-46’sını gayri Müslimler teşkil etmekteydi. Harput’un nüfusu 17. Yüzyıla kadar sürekli arttığı görüldü.
Bu asırda Celali isyanları sırasında tahribata uğraması, mesela 1605’te Tavil Mehmed’in kendisini burada kuşatan Karakaş Ahmed Paşanın kuvvetlerine karşı koruyabilmek için bir kısım evleri yıktırıp taş ve kerestelerini harap haldeki surların tamirinde kullanması ve ağırlaşan vergiler gibi sebepler yüzünden nüfus, azalmaya başladı. 17.yüzyılın başlarında buraya uğrayan Polonyalı Simeon şehirde sadece 100 hane kadar Ermeni olduğunu kaydeder. Yine bu yüzyılın ortalarına ait bir avarız tahrir defterine göre şehirde nüfusun 4-5000 dolayına düştüğü anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi ise hisar içinde 1000 kadar toprak örtülü ev ile eski bir caminin bulunduğunu ve dış surların harap durumda olduğunu belirtmektedir. XIX. Yüzyılda şehrin önemi biraz daha arttı ve nüfusu fazlalaştı; burayı ziyaret eden batılı seyyahlar yüzyılın ikinci yarısında nüfusun 25.000’i aştığını belirtirler. V. Cuinet, XIX. Yüzyılın sonlarına doğru Harput’ta 12.600 Müslüman, 4850 Gregoryen, 1845 Protestan, 252 Katolik ve 453 Ortodoks’un yaşadığını: Şemseddin Sami ise 2670 ev, 843 dükkan, on cami, on medrese, sekiz kütüphane, sekiz kilise, on iki han ve doksan hamamın olduğunu kaydeder. Osmanlı hakimiyeti döneminde Harput, Basra ve Bağdat’tan Diyarbekir’e gelip Malatya ve Sivas istikametinde devam eden ticaret yolunun üzerinde bulunuyordu.
Bu yol aynı zamanda askeri amaçlarla da kullanılıyor, ayrıca bir yol da Bingöl ve Muş üzerinden Van’a ulaşıyordu. Bu kervan yolları Harput için önemli gelir kaynağı durumundaydı. 16. ve 17. Yüzyıllarda gelip geçen ticaret mallarından alınan vergiler mühim bir meblağ teşkil ediyordu. Harput aynı zamanda çevresinin sanayi merkezi durumunda idi. Dericilik, demircilik ve bakırcılık çok gelişmişti. Sadece çeşitli kumaşların renklendirilip desen verildiği boyahanenin geliri 1518’de 44.000, 1523’te 62.000, 1566’da 122.000 akçe idi. 17.yüzyıl ortalarında Evliya Çelebi Harput’ta 600’den fazla dükkan bulunduğunu kaydetmektedir.
Yerleşmeye elverişli olmayışı, tabiat şartlarının zorluğu, iaşe teminindeki güçlük Harput’un daha fazla gelişmesini önlemiştir. 1834’de doğu eyaletlerini ıslah etmek üzere görevlendirilen Reşid Mehmed Paşa Ovada yer alan Agavat Mezrası’nı merkez haline getirince, daha sonra teşkil edilen Mamuretülaziz (Elazığ) vilayetinin merkezi, Harput’tan buraya taşınmış aynı yıl hastane, kışla ve cephane binaları yapılmış vilayet merkezi, Harput’tan buraya nakledilmiştir. Bu nakilde, Harput’un stratejik açıdan önemini kaybetmesi önemli rol oynamıştır. 19.yüzyılın ikinci yarısında ve 20.yüzyılın başlarında Ermeniler arasında Protestanlığı yaymaya çalışan Amerikan Misyonerleri buraya yerleşmişler ve 1876’da bir de kolej açmışlardır. I. Dünya Savaşı sırasında şehrin ermeni nüfusu başka yerlere nakledilirken Müslümanların bir çoğu aşağıdaki Mamuretulaziz’e göçmüş, böylece Harput bir harabe şehir haline dönüşmüştür. Sultan Abdulaziz’in tahta çıkışının 5.yılında Hacı Ahmed İzzet Paşa devrinde buraya tayin edilen, Vali İsmail Paşanın teklifi ile 1867 yılında “Mamurat al-aziz” adı verilmiştir. Fakat telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca “Elaziz” olarak söylene gelmiştir. Yeni Kurulan şehir önceleri eyalet ve bilahare vilayet merkezi olmuş, bir ara Diyarbakır vilayetine bağlı bir sancak haline gelmiştir. 1875’te müstakil mutasarrıflık, 1879’da da tekrar vilayet olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin son yıllarında Malatya ve Dersim Sancakları da buraya bağlanmış, 1921’de bu iki sancak Elazığ’dan ayrılmıştır.