Türkiye (Mutsuzlar) Cumhuriyeti
Veysi Ergün
Mutsuzuz! Birey olarak, aile olarak, mahalle olarak, şehir olarak ve hatta daha kötüsü ülke olarak son derece mutsuzuz. Türkiye, Dünya’nın en mutlu ülkeleri sıralamasında 137 ülke arasında 106. sırada yer alıyor. Türkiye, Dünya’da depresyon ilaçları kullanımında en önlerde, uyuşturucu kullanımında ise zirveyi zorluyor. İstanbul, Dünya’da en çok uyuşturucu kullanılan şehirler sıralamasında 2.sırada, Adana ise 3. sırada yer alıyor.
Bunun sebebi insanımızın çerofobik (Bir kişinin mutlu olmaktan çekinmesi ve korkması) olması mı? Elbette hayır! Ülkemiz de mutsuz olmanın gerekçeleri o kadar çok ki birkaç yazı veya birkaç kitapla bu durumu anlatmak gerçekten mümkün değil.
Kanaatimce işin en başında perspektif problemi yatmaktadır. Perspektif, yani herhangi bir olaya veya eşyaya derinlikli bakma hali. Coğrafya olarak düşüncede gerilememiz yaklaşık olarak 10 asır, ekonomik, siyasi ve askeri anlamda gerilememiz ise 3 asırdır devam ediyor.
Bazılarınız bu olayları günümüz hükümetine bağlayacağımı düşüneceğinizi hissediyorum ama mevzu mühim konu ise sanılandan daha derindir.
İslam/Müslüman medeniyeti diye bir kavram maalesef artık tedavülde yok. Varsa yoksa geçmişle övünmemiz var. Ama buda artık karın doyurmuyor maalesef. Dolayısıyla kaybolduğumuz belki de yok olduğumuz yerde en doğru şey sorgulamaktır. Sorgulamak işin başlangıcı olmalı. Sorgulamak, bilgiye ulaşmak, mukayese etmek, doğruyla yanlışı birbirinden ayırmak ve bizi mutlu edecek kaynağa formüle ulaşmak. Toplum olarak sebepleri atlama ve sonuçlar üzerinden kısır tartışma yapmak belirgin bir özelliğimizdir. Sebepleri atlayıp sonuçlar üzerinden uzlaşmamayı da kafaya koyarak tartışmak hiçbir zaman bizi doğru bir yere götürmez. O yüzden toplum olarak doğruları ıskalamak milli sporumuz olmuştur.
İşi usulüne ve tekniğine göre yapmazsanız popülizmin girdabında boğulursunuz. Bu sebeple hakikatin izini bulmak için geldiğimiz yolu takip ederek kaybolduğumuz yere geri dönmemiz ve özü kuşanmamız gerekir. Ancak bu şekilde doğru bir başlangıç yapabiliriz. Doğru bir yerden başlangıç yap/a/mamak ancak ve ancak yanlışa istikrar kazandırır ki! 300 yıldır bocalamamızın ve patinaj yaparak açtığımız kuyularda batmamızın asıl sebebi de budur. Klasik gömlek düğmeleme hikâyesi gibidir. İlikleme yanlış düğmeden başlarsa sonuç daima hüsran olur.
Gelişmiş ülkeler ciddi acıları yaşayarak ve yaşatarak bugünkü duruma geldi. Yanlış ve eleştirilebilir tarafların altını çizerek devam edelim. Batı toplumu bize göre çok daha zengin ve müreffeh. Doğal olarak da daha mutlu. O yüzden bütün Ortadoğu halkları Türkiye dâhil kaçak göcek de olsa Avrupa’ya gidip yaşamak istiyor. Korkunç ve meşakkatleri olmasına rağmen hatta hayatını kaybetme riskine rağmen yine de gitmekten vazgeçmiyor. Bizim toplumdaki yandaş medyayı izleyicilerine sorsanız Avrupa batmış bitmiş durumda ama hiçbir Avrupalının ülkemizde yaşamak istediğine dair kanıt sunamıyorlar. Avrupa kapılarını bize açsa akşama kadar Türkiye sınırları içerisinde
Allah’ın bir kulu kalmaz. Dolayısıyla iktidarın üfürme kanalını ve trollerini bu konuda dikkate almak doğru olmaz.
Özünden kopmuş geçmişiyle bağlarını koparmış, inancına, geleneğine, göreneğine sırt çevirmiş hülasa bütün değerlerine savaş açmış ve kilise ile cami arasına sıkışıp kalmış ve namaz durumuna dönmüşüz. Bu kafa/sızlık bizi bir yere götürmez. Her gelen acemi berber tıraşı kafamızı perişan ederek öğrenmeye çalışıyor. Toplum olarak hiçbir yanlışa ve doğruya tepki vermeyen deneme tahtası olduk. Bizi deneyenler son derece mutlu olurken biz her denemeden sonra mutsuzluğun başka boyutlarına yelken açıyoruz. Toplum olarak mutsuzluğun ve buna bağlı sebeplerin kader olduğuna, bunun sonucunda da Cennet’te Hurilerin bizi köşklerde beklediğine inanmış durumdayız.
Coğrafyamızda ki, ülkemizdeki ve içimizdeki mutsuzluk hali kader değil. Mutlu ve müreffeh yaşamak hem hakkımız hem de bizim elimizde. Bunun için mevcut atalet halini üzerimizden atıp özümüze dönmemiz ve geleneğimizle buluşmamız lazım…